Perşembe, Kasım 26, 2020

YEİS...





 Zor zamanlar geçiyor ömrümdeki saatten

Ne akrep ne yelkovan memnun değil halinden

"Keşke"lerle maziyi hazin hazin anarken

Bir gün kutlu şafağa uyanır mı gözlerim?


Her yer gurbet, her an gece, ahirindeyim ömrün

Kalmadı dizde derman, tükendi sabrı gönlün

Neşe ,huzur kayboldu, şimdi dört bir yan hüzün

Bir gün mutlu şafağa uyanır mı gözlerim?


Ne yana baksam zulüm ,gönlümü sardı yeis

Susamam artık susmam konuşmakta yok beis

Kalksın gözden perdeler, dağılsın artık bu sis

Aydınlık şafaklara uyanır mı gözlerim?

Bunca gözyaşına dayanır mı gözlerim?




Salı, Temmuz 28, 2020

YAR/AYDIN




Yâr  aydın

Ay karanlık yâr aydın

Derde derman gönlümde

Onulmaz bir yaraydın

Salı, Haziran 23, 2020

BEN VE SEN




Sen ruhumun kanatlandığı an/dın
Ben '' Yâr'' dedikçe, sen ağyarı andın

Sen can çekişen yüreğime kan/dın
Ben saf aşktım , sen yalanlara kandın

Sen uçurum kenarında tutunduğum dal/dın
Ben düşerken , sen başka hülyalara daldın

Sen gönül ülkeme seçtiğim Han/dın
Ben evsiz üşürken , sen her geçene handın

Sen zemheride gönlümdeki yaz/dın
Ben her şeyi sana , sen ağyara yazdın

Sen yazdığım her hece her satır/dın
Ben sana kurban , sen beni parçalayan satırdın

Ben sandım ki sen tutacağım el/din
Baktım ki sen ellere yâr , bana hep eldin

Sen gördüğüm en güzel düş/tün
Ve ben uyandıkça , sen gözümden düştün




Perşembe, Haziran 18, 2020

EY ŞAİR !..



Bazı kitaplar vardır, bitmesini istemezsiniz.Hem merak edersiniz,bir nefeste hepsini okumak istersiniz, hem de '' Hemen bitmesin.'' diye azar azar okursunuz.Çok aç olsanız bile doymadan sofradan kalkmak gibi...

Bu gün hava yağmurlu...Ve bir şiir kitabı bitti bu gün...Şairin ve okuyanın içindeki yangını söndürmek istercesine, dolu dizgin yağıyor yağmur...Hüzünleniyorum...Zaten böyle havalar hep hüzünlendirir beni...Bu sefer ki havadan mı, kitaptan mı, yoksa....Bilemiyorum....

Yazmak istiyorum...Hiç durmadan yazmak...Aklıma ne gelirse, ne söylemek istiyorsam, ne hissediyorsam hepsini yazmak...Duruyorum sonra...Hakkım var mı ?

Tam bu soruya okkalı bir cevap yazacakken, bir hastam giriyor içeri.Muhiddin amca...Parkinson...Yürümesi , oturması, kalkması o kadar zor ki.Ve bu halinde ilaçlarını yazdırmak için kendisi geliyor.Rikkatime dokunuyor hali.İlaçlarını yazıyorum, kalkmasına yardım edip, koluna girip kapıya kadar uğurluyorum.

Odama dönünce kendimi tutamıyorum.Yağmurla yarışıyor gözlerim...Ağlıyorum...

Peki buna hakkım var mı? Var!..Sonuna kadar!...

Şiir , yağmur , hüzün, Muhiddin amca
Hepsi yüreğimi yaralamışken bunca
Gel de sessiz kal , gel de ağlama
Ey şair ! Kalemini koy kınına
Yoksa gireceksin bir çok VEFASIZIN kanına....

Çarşamba, Haziran 10, 2020

MONOLOG



1 Ocak...Yılını hatırlamıyorum.Resmi tatil...Ve biz tatili fırsat bilip, yine arkadaşlarla bir araya gelmişiz.Sinema günü yapıyoruz.İzleyeceğimiz film. ''Her Çocuk Özeldir.'' Ekranı duvara yansıtmışız.Büyük değil,koskocaman ekran olmuş. Çaylar demlenmiş , mısırlar patlatılmış, çerezler hazırlanmış. Dışarıda ise 1 Ocak'a yakışacak şekilde lapa lapa kar yağıyor.

Herkes mutlu , herkes huzurlu , herkes sevgi dolu...Allah için birbirini sevmek bu olsa gerek.

Şimdilerde geçmişi düşündüğümde, içimi ısıtacak bir kaç güzel hatıradan biridir bu soğuk 1 Ocak günü.

Bazı şeyleri ne kadar da çabuk eskitiyoruz. Ve ne kadar çabuk unutuyoruz.

Hiç bir zaman unutulmayan anılarına dikkatle bak.Onlar mutlaka ya içindeki bir yaraya merhem olmuş, senin bir açlığını doyurmuştur. Ya da içinde onulmaz bir yaraya neden olmuştur.

Mutlu anıları sık sık hatırla..Bu kendini daha iyi hissetmeni sağlayacaktır.Olumlu duygulara odaklanmak , hayatına olumlu şeyleri çeker.

Bediüzzaman Hazretleri der ki :'' Şükür nimeti , şekva ( şikayet) musibeti ziyadeleştirir. ( artırır.)''

Güzellikleri hatırlayıp şükrettikçe, başka güzellikler hayatına çekilir. Şikâyet ettiğin her ne varsa, şiddetini artırarak hayatında kalmaya devam eder.

Sonuç olarak ; şikâyet , insanın kendi kendisine eziyet etmesinden başka bir işe yaramaz.

Şimdi içine dön , bak! Yaralarını gör.Çünkü teşhis tedaviden önce gelir.Sen çoğu zaman hastalığı teşhis etmeden tedavi etmeye çalışıyorsun.Doğru tedaviyi yapamayınca da,hem hastalık geçmeyip derinleşiyor , hem tedavi sandığın şeylerin yan etkilerine maruz kalıyorsun.

Önce teşhis...Peki nasıl? Sessiz ve kimsenin seni rahatsız etmeyeceği bir ortamda gözlerini kapat.Nefesine odaklan.Akciğerlerinin hava ile doluşunu ve boşalışını takip et. Her seferinde daha derin nefes almaya çalış..5 dakika bu şekilde nefes alıp verdikten sonra ,kendini doğduğun anda hayal et...Ve o andan itibaren hatırlayabildiğin tün anılarını gözden geçir...İyi veya kötü , mutlu ya da üzgün farketmez...Aklına gelen her anıyı gözden geçir...Sana ne hissettirdiklerine bak...Yaralarını , hastalığını farkedeceksin...

Sonra... Sonra başını secdeye koy ve tüm kalbî yaralarının şifasını Şâfi (c.c.) olandan iste...

Çarşamba, Haziran 03, 2020

HASBİHÂL -2-




- Yazmak ''Olmazsa olmazım''dı bir zamanlar.

- Peki şimdi neden yazmıyorsun?

-Yazmıyorum değil, ya-za-mı-yo-rum.

- Tam anladığımı söyleyemem.Yani yazmak istiyorsun da yazacak vakit mi bulamıyorsun, yoksa yazma yeteneğin mi kayboldu?

-Aslında ikisi de diyebilirim.Yani vakit bulamadığım için kendimle başbaşa kalamıyorum,kendimi dinleyemiyorum,düşüncelerimi toplayamıyorum,hatta düşünemiyorum bile.Öylesine yaşayıp gidiyorum işte.


-Haklısın! Korteksten yaşıyoruz çoğu zaman.Ben de kendimi robot gibi hissediyorum bazen.Her gün aynı şeyleri yapıyorum.Günler birbirinin fotokopisi sanki.

-Sence ne yapmalıyız bunu değiştirmek için? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) '' İki günü eşit olan zarardadır.'' diyor.Zararımı hesaplayamıyorum bile...

- ???

-Bence iki günümüzün bir olmaması bu hayat temposu içinde çok zor.

-Kitap okumak ve her gün yeni bir şeyler öğrenmek...Öğrendiklerimizi de hayata geçirmek...Bu kısır döngüyü kırabilir.

- Kitap okumaya vakit mi var ki.

- TV izlemeye vakit varsa, kitap okumaya da vardır.

- TV izlemek için bir çaba harcamaya gerek yok ki.Zaten günün sonunda hiç bir şey yapacak halim kalmayınca izliyorum.

- Bir iki dakika önce kendimi dinleyecek vakit bulamıyorum, düşüncelerimi toplayamıyorum demiştin.TV izleyeceğin zamanları kendini dinlemeye ayırabilirsin.Gözlerini dış dünyaya kapatıp , içine bakabilirsin.

- İçime bakmak istemiyorum belki de...O kadar çok yara bere var ki içimde.Ne zaman içime baksam daha bir depressif oluyorum.

- Azizim sen içine değil geçmişe bakıyorsun demek ki...

- Peki nedir içine bakmak?

-''Hikmeti anlamaya çalışmaktır.'' Yaşadıklarındaki ya da yaradılışındaki hikmeti anlamak için de ''Yaradan''ı tanımak gerekir.

-Peki nasıl?

- Okuyarak, düşünerek, idrak ederek.

-Yine lafı okumaya getirdin.

- Ne yapayım,benim de pek bir şey bildiğim yok.Bir şeyler öğrenmek için bildiğim tek yol da bu...

Pazartesi, Nisan 13, 2020

GOŞGY KAFE - 5 -



Goşgy'm, Aydilgem,

Sana olan hasretimi kelimelere sığdırmam mümkün değil.Sensiz geçen her günüm, aldığım her nefesim işkence sanki.

Biliyorum merak ediyorsun."Madem ölmemiştin, madem özlemiştin, neden yanımıza gelmedin?" diye soruları peşpeşe sıralıyorsundur şimdi.

Senin ve kızımın rahat bir hayatı olsun diye , ben ölmek zorundaydım. Şimdi sana senden gizlediğim tek sırrımı açıklıyorum. İnşaallah bu yaptıklarımı neden yaptığımı anlayabilir ve inşaallah bana hak verirsin.

Aydilgem! Ben Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in torunuyum. Senin tanıdığın babam , benim öz babam değildi.Ama babamdan ileridir o başka.Rus istihbaratı KGB, dedem Şeyh Şamil'in soyunu ortadan kaldırmak için her şeyi yaptı.Beni de onlardan saklayabilmek için,daha çok küçükken Turan babama emanet etmişler.

Ben de on sekiz yaşıma kadar onu öz babam bildim.On sekiz yaşında Turan babam her şeyi anlattı.

Sonra seninle evlendik.Hayatımın en mesud iki yılını yaşadım seninle gözümün nuru.Hatırlar mısın her gece sana Şeyh Şamil'in kahramanlıklarını anlatırdım.Ve derdim ki bir gün çocuğumuz olursa, bunları ona anlatacak, onu da bu ruhla yetiştireceksin tamam mı?

Mutluluğumuzun ömrü iki yılmış sevdiceğim.Bir gün KGB'nin izimi bulduğunu öğrendim.O dönemde köyde de bir takım huzursuzluklar başlamıştı biliyorsun.Ben de bu kargaşayı da bahane edip bir plan yaptım.Hem kendimi , hem sizi bir an önce kurtarmalıydım.Planı İlteriş sana anlatmıştır.

Evet beni öldü bildiler ama , emin olmak için sizi hep takip ettiler.Yanınıza gelebilmek için her şeyimi verirdim .Ama bu sizi tehlikeye atmak olurdu. Biliyordum ki öldüğüme ikna olurlarsa sizi bir daha rahatsız etmezler.İşte bu yüzden sizi önce Allah'a, sonra gönüldaşlarıma emanet edip,dedem Şeyh Şamil'in başladığı işi bitirmek için cepheye gittim.

Kızımın doğduğunu öğrendiğimde koşup gelmek istedim hemen.Uzaktan olsun göreyim sizi istedim.Bir kez daha kokunuzu içime çekeyim istedim.Ama nasip olmadı.Vatanımın ve sizin özgürlüğünüz için , ben işte böyle yaşarken öldüm ve müebbed hasrete mahkum oldum.Bu sözleri şikayet etmek için değil,size özlemimi ifade edebilmek için söylüyorum.

Sana ve kızıma yazdığım yüzlerce mektup var.İlteriş hepsini sana iletecek.

Ve gözümün nuru! Bu mektubu okuduğuna göre, ben şehadet şerbetini içtim demektir.Bana hakkını helal et.Kızım önce Allah'a sonra sana emanet !...

BİTTİ....

KAFKASLARDAN VE AHISKA'DAN  GELEN CEDDİMİN AZİZ RUHLARINA  İTHAF EDİYORUM....

Cuma, Nisan 10, 2020

GOŞGY KAFE -4-





10 Ocak 1975

Gökçe üniversiteye gitmek için uyandığında ; annesinin giyinip hazırlandığını ve salonda onu beklediğini gördü.

- Hayırlı sabahlar annem.Hayırdır? diye sordu.

Annesi:

-Haydi çabuk hazırlan,beni, dün gittiğin yere götüreceksin.

Bir ders bile kaçırmasına gönlü razı olmayan annesine latife yaptı :

-Yani okulu asalım, kafeye gidelim diyorsun.

Hızlıca hazırlandı Gökçe.Annesinin heyecanını da farketmişti.Kendisi de heyecanlıydı.Annesinden mi etkilenmişti, yoksa..."Yok canım !" dedi. "Yüzüne bile doğru dürüst bakmadığım birinden etkilenmiş olamam herhalde."

Dışarda yine fırtına , tipi.Zar zor bir taksi buldular ve sonunda kafenin önündeydiler.

....................

 "Geldiler baba!" diye seslendi Kürşad .İlteriş heyecanlıydı...Ve üzgün... " Bu haberi bunca yıl sonra nasıl vereceğim." dedi sesi titreyerek.

Gökçe ve annesi Goşgy Kafe' den içeri girdiklerinde yine her zamanki gibi Gökçe'nin gözlükleri buharlaşmış, onları silmekle meşguldü. "Anne cam kenarındaki şu masaya geçelim." dedi. Gözlüklerini takıp annesine döndüğünde, onun olduğu yerde çivilenmiş gibi kaldığını gördü.

İlteriş Aydilge'ye doğru ilerledi:

-Hoş geldin yenge.

Aydilge şaşkınlık içindeydi :

- İlteriş abi...

Aydilge sendeledi, Gökçe kolundan tutmasa oracıkta yığılıp kalacaktı.

Hep beraber bir masaya oturdular.Gökçe "Anne neler oluyor?Kim bunlar ? Sen nerden tanıyorsun?" diye soracaktı ki , annesinin "Sus!" diyen bakışlarını görünce sessiz kaldı.

-Neler oluyor İlteriş abi? dedi Aydilge.Bunca zaman neredeydiniz Alptegin nerde?

İlteriş :

-Anlatacağım yenge, sen hele biraz sakinleş, dedi.

Sonra Kürşad'a dönüp :

-Oğlum bize çay getir.İnce belli cam bardakta olsun , dedi Gökçe'ye gülümseyerek.

Gökçe Kürşad'a bakınca içi bir garip oldu.Sanki onu yıllardır tanıyormuş gibi hissetti.

-Gökçe kızım, aynı babana benziyorsun.Oda çayı cam bardakta severdi ve o da aynı senin gibi kendi kendine konuşurdu.Ben " Yine deliye bağladın " deyip gülünce bana kızar ve "Ben sesli düşünüyorum." derdi.Bir de inatçıydı ki sorma.

Ortamı biraz yumuşatmaya çalışıyordu ama baktı ki Aydilge'nin gözyaşları akmaya başladı .Artık herşeyi anlatması gerekiyordu:

-Yenge , sizi Türkiye'ye kaçırdığımız günü hatırlıyor musun?

-O günü hiç unutmadım ki İlteriş Abi , dedi Aydilge.

-O gün sizi bıraktıktan sonra ben hemen geri döndüm.Çünkü Alptegin "Gel beni burdan al." demişti.Oraya vardığımda zifiri karanlıktı. Ama onu buldum. Öldüyse diye ödüm kopuyordu.Baktım ki kuytu bir yere çekilmiş oturmuş beni bekliyor.

-Yani Alptegin yaşıyor mu ? diye bir çığlık attı Aydilge.

-Dur yenge anlatıyorum, diye devam etti İlteriş:

Koşup sarıldım hemen. "Gardaş çok şükür yaşıyorsun, çok korkuttun bizi." dedim.O zaman anlattı yaptığı planı.Bizim sizi kaçıracağımızı askerler haber almış.Alptegin de onların içinde, daha önce kendisine yardım ettiği Mikail isimli bir askerle anlaşmış.Mikail bunu hafifçe yaralayacak ve diğerlerine öldüğünü söyleyecekmiş.Bu şekilde hem kendisini hem sizi kurtarmış olacakmış.

"Peki bundan bana neden bahsetmedin.Seni bulana kadar öldüm öldüm dirildim." dedim.Kerkük'e gelene kadar da söylendim durdum.

- Yani siz de Kerkük'e geldiniz mi?

-Geldik...Ama başka bir eve gidip, gizlenmek zorunda kaldık.Orda yarasını tedavi ettirdik.Sonra...Sonrasını bu mektupda sana anlatıyor Alptegin , diyerek Aydilge'ye bir mektup uzattı.Gözleri buğulandı, elleri titredi.

Aydilge mektubu aldı.Açmaya cesaret edemiyordu.Bir yandan da içinde yazılanları deli gibi merak ediyordu.

Ve derin bir nefes alıp mektubu açtı.

(Devam edecek)

Perşembe, Nisan 02, 2020

GOŞGY KAFE -3-



İlteriş arabayı son sürat sürüyordu.Bir iki kısa mola dışında hiç ara vermeden yolculuğa devam etmişlerdi.Arabanın içinde herkes lâl...Alptegin'in vurulduğunu gördükleri andan itibaren zaman durmuştu sanki.O olmayınca hayat devam etmeyecekmiş gibi , bahar gelip çiçekler açmayacakmış gibi ,  kuşlar bir daha hiç ötmeyecekmiş gibi hissediyorlardı.

İlteriş o anı düşündükçe gaza daha çok basıyor ve bir an önce Kerkük'e gidip,yolcularını Koca Kurt'a emanet edip,geri dönmek için can atıyordu.

Sonunda yol bitti.Koca Kurt evin önünde bir aşağı bir yukarı yürüyerek onları bekliyordu.Geldiklerini görünce derin bir "Ohhh!" çekti.

Arabadan inenlerin benizleri solmuş,yürüyen cenazelere benziyordu.Bir terslik olduğunu anladı. Bir de Alptegin arabadan inmeyince Kerkük üstüne yıkılmış gibi hissetti.Misafirleri güleryüzle karşılamaya çalıştı. Onları içeriye buyur ettikten sonra, hemen İlteriş'in yanına döndü.

-İlteriş!Oğlum ne oldu? Alptegin nerde?

- Sorma reis,Alptegin vuruldu.Ben şimdi hemen geri dönüp onu bulmalıyım.

-Vuruldu ve sen onu orada bıraktın öyle mi? Olacak iş değil!..

Gözlerinde şimşekler çakıyordu Koca Kurdun. İlterişin içi ürperdi."Sadece bakışlarıyla bile düşmanı alt eder bu adam." diye düşündü.

-Sanki Alptegin'i tanımıyorsun reis.Ne kadar inatçı ve ne kadar kararlı olduğunu sen de biliyorsun.Onun sözünün üstüne söz söylemek mümkün mü sence ?

Bakışları biraz yumuşadı Koca Kurdun.

- Haklısın oğul, dedi.

İlteriş:

- Bana müsade! "Gel beni burdan al." dedi.Hemen geri dönmem lazım. Yengemler sana emanet , deyip arabayı çalıştırdı.

-Alptegin de  bize emanet, unutma!

....................................

Zifiri karanlık...Ay ışığı bile yok...Mikail, gündüz Alptegin'i nerede bıraktığını hatırlamaya çalışıyordu.Tekmeyi atarken çok üzülmüştü ama, Alptegin'in kesin emri vardı."Davranışların çok gerçekçi olmalı.Sakın duygularına yenilme. Beni vuracaksın, tekmeleyeceksin. Ve onlara öldüğümü söyleyeceksin. Tamam mı ?"

" Sonra ne olacak ? " diye sorduğunda ise "Sonrasını bilmek seni tehlikeye atar. Bilmesen de olur." demişti Alptegin.

Ama duramadı Mikail...Onu bulmalıydı, yoksa kan kaybından ölebilirdi.Aniden bir ses duydu.İnleme sesi miydi? Sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Hayır, inleme sesi değildi. Birisi fısıltıyla konuşuyor gibiydi.Dikkatli ve sessizce o tarafa doğru ilerledi.

Baktı ki bir adam Alptegin'i sırtına almış götürüyor.Acaba sağ mı diye düşünürken, Alptegin'in sesini duydu:

- Yeter İlteriş!.Amma da söylendin...

Derin bir nefes aldı Mikail.Ve geldiği gibi sessizce birliğine döndü...


( Devam edecek )

Pazartesi, Mart 30, 2020

GOŞGY KAFE -2-



"Sınırdan çok uzaklara gitmeyin.Ben sizi mutlaka bulurum." dedi ve yüreğinin yarısını yolladı uzaklara.

Arabayı süren arkadaşı İlteriş'i kolundan usulca çekti :

- Onları Koca Kurd'un yanına yerleştirdikten sonra,gel beni al burdan.Ölü de olsam , diri de olsam Goşgymin yanında olmak istiyorum, tamam mı? dedi.

-Tamam agabey!Merak etme sen.Allah'a emanetsin, dedi ve ordan hemen ayrıldı İlteriş.

Zira askerler iyice yaklaşmıştı.Arabayı son sürat sürmeye başladı.Epey uzaklaşmışlardı ki,arkalarından ateş edildiğini duydular.Arabanın içindekiler hep beraber geriye dönüp baktıklarında Alptegin'in vurulup düştüğünü gördüler.

Aydilge o an dipsiz bir kuyuya düştüğünü sandı.Bitmek bilmeyen bir boşluk duygusu...Can yoldaşını kaybetmiş olabileceği korkusu....

Sonrası...Sonrası günler süren karanlık....

.................

"Ahhh!"

Vurulmuştu. Yaklaşan askeri araçlardan biri öndeki aracı takip ederken,diğeri yanında durdu. İçinden bir asker çıktı ve Alptegin'in yanına geldi.Göz göze geldiler.

"Anlaştığımız gibi." dedi askere.O da "Tamam" anlamında başını salladı.Tüfeğinin dipçiğiyle bir iki dürttü,arkasından da okkalı bir tekme savurdu. Döndü ve araçta bekleyen askerlere :

- Ölmüş bu! dedi.

Sonrası...Sonrası karanlık....

(Devam edecek)

Perşembe, Mart 19, 2020

GOŞGY KAFE -1-





Dışardaki tipiden dolayı göz gözü görmüyordu.Karı çok severdi ama bu kadar sinirli yağması onu korkutuyordu. Kendini en yakın kafeden içeri attı.Ve her zamanki sıkıntı. Offf! Yine gözlükleri buharlaşmıştı, etrafı göremiyordu.Gözlüklerini çıkarıp boş bulduğu en yakın masaya oturdu.Köşede , tam cam önünde bir masaydı ve içerde sakin bir müzik çalıyordu.Gözlüklerini silip taktığında dışardaki tipinin yavaşladığını ve karın tam da onun sevdiği gibi, lapa lapa ve hazin hazin yağdığını gördü."Şiir gibi " dedi.

Bir an sanki büyülü bir ortama girmiş gibi hissetti kendisini. Sanki kapıdan dışarı çıksa yine tipinin ortasında kalacakmış, tekrar içeri girdiğinde yine bu sükunetle buluşacakmış gibi.


Küçükken de tipiden çok korkardı ve " sinirli kar" derdi.Çok kötü hislere kapılırdı böyle havalarda.Sadece annesine sarılınca ve onun türküsünü dinleyince sükunet bulur , rahatlardı , şu an hissettiği gibi.


" Hayret!" dedi kendi kendine. "Aynı huzuru hissetmem ne garip."


- Kafenin adı ne acaba girerken hiç bakamadım, dedi.


Yan masada oturan bey gülümseyerek "GOŞGY" dedi.


- Efendim?


-Kafenin adı , Goşgy.


Kulaklarına kadar kızardığını hissetti.Yine kendi kendine konuşmuştu anlaşılan.Kendini toplamaya çalıştı :


-Anlamı ne? diye sordu.


-Türkmencede "Şiir" demek.


-Yaa! Güzelmiş, dedi.


Daha fazla konuşmak istemedi. Kafasını çevirip dışarda yağan karı izlemeye başladı.


O sırada cama yansıyan görüntüsü gözüne takıldı.Saçlarına daha yeni fön çektirmişti.Ama berenin dışında kalan kısmı ıslanınca , yeniden kıvır kıvır olmuştu.Önce canı sıkıldı biraz.Sonra annesinin onu "Kıvırcık kuzum" diye sevişi aklına geldi ve yine içi huzurla doldu, kocaman bir gülümseme yayıldı yüzüne. Aslında kendisi de kıvırcık halini daha çok seviyordu.İki eliyle şöyle bir karıştırdı saçlarını...O, camdan kendisini irdelerken,bir çift gözün de onu incelediğini farketmemişti.


Kahvesini sipariş etti :


-Orta şekerli duble.Yani iki kat, yani büyük fincanda olsun lütfen, çay fincanında.


Garson biraz şaşkın, ama siparişi anlamış olarak gitti.


Kendi kendine kızdı:


-Duble ne yaa! Güzelim dilimizi katlettiler diye başkalarına kızarken, aynı şeyi ben de yaptım.Çay fincanı dedim bir de.Çay fincanda mı içilirmiş.İnce belli cam bardağım canım benim.


Yine kendi kendine konuşmuştu.Çaktırmadan göz ucuyla yan masadaki beye baktı.Kitabını okur gibi yapıyordu ama bıyık altından da gülüyordu.Aslında böyle bir durumda canı sıkılır, hem kendine kızar hem de güleni, güldüğüne bin pişman ederdi.Bu kez öyle olmadı.O da gülümsedi ve dışarıyı seyretmeye devam etti.


Kahvesini bitirdiğinde kar biraz yavaşlamıştı."Bu fırsatı kaçırmadan işlerimi halledip eve döneyim " dedi. Hesabı ödeyip çıktı."Buraya tekrar gelmeliyim, çok huzurlu bir yer ." diye düşündü.Kafasını kaldırıp tabelaya baktı. "Goşgy Kafe. bunu unutma." dedi kendi kendine.Başını indirirken yan masada oturan beyle göz göze geldi.Çok durmadı üzerinde, çünkü aklı annesindeydi. Annesi karanlıktan çok korkardı.Hele de böyle tipi şeklinde kar yağıyorsa, ne yapacağını bilemez, sadece kızına sarılarak teskin olabilirdi.


Çok uzun zaman  annesinin neden bu kadar korktuğunu anlayamamış, sorduğu zaman da cevap alamamıştı."Ama bu gece bunu öğrenmeliyim artık."dedi. " Hatta yarın annemi de alıp bu kafeye yine geleyim bakalım o da benim hissettiğim gibi hissedecek mi?"


Eve gidip kapıyı açtığında annesini tam da tahmin ettiği gibi buldu.Kar yağışını görmemek için tüm perdeleri kapatmış, koltuğuna oturmuş ve her zamanki türküsünü söylerken.


"Çift gögercin semada

Neden görünmez oldu
Ya başları belada
Haberi gelmez oldu
Gögercin gögercin
Sema kuşsuz olmiyi
Hadi kanadız açın
Gönül sizsiz dolmiyi."

"Annem korkma geldim ben."diyerek koşup sarıldı annesine. Bir süre öylece kaldılar.Annesi biraz sakinleşince dizinin dibine oturdu.Annesinin gözlerinin içine baktı:


-Canım annem! Böyle karlı tipili havalardan ve karanlıktan neden korktuğunu anlatmayacak mısın bana. Anlatsan belki rahatlarsın,sırtındaki yüklerden,içindeki korkudan kurtulursun.Bak sen korktuğun için ben de böyle havalardan korkuyorum.Sebebini bilsem belki benim de korkum geçecek.


- ...................


-Bak ben bugün bir yere gittim. Dışarda çok fena tipi vardı, ilk gördüğüm kafeye girdim. Öyle huzurlu bir yerdi ki, kar iyce yavaşlayıncaya kadar kaldım orda.Seninle de mutlaka gidelim oraya olur mu? Evden çıkıp dolaşmak , farklı ortamlar görmek sana da iyi gelir .Adı  da şeydi...Değişik bir şeydi....Hah hatırladım GOŞGY Kafe.


O anda annesi öyle bir çığlık attı ki, annesinin çıldırdığını sandı, ödü koptu.Hemen sıkı sıkı sarıldı annesine...


Bu dünyada bir tek annesi vardı.6-7 yaşlarındayken anneannesini kaybetmişti.Babası...Babası hakkında hiç bir şey bilmiyordu.Sadece bir kez anneannesi " Senin baban çok iyi çok fedakâr bir adamdı."demişti.Annesi babası hakkında hiç bir zaman konuşmadı.Ne zaman annesine babasını sorsa, gözyaşından başka cevap alamazdı.Kutsal bir emanet gibi aşkla yüreğinde saklıyordu annesi her şeyi.


Şimdi, şimdi annesine de bir şey olacak diye çok korktu. Birbirlerine sarılıp ağladılar, ağladılar. Sonunda annesi sakinleşti.


- Gel karşıma otur kıvırcık kuzum, dedi.Bunca yıl anlatamadığım her şeyi anlatma zamanı geldi.Çünkü artık çocuk değilsin.Sana bakınca karşımda güçlü bir Ahıska Türk Kızı görüyorum.Artık anlatacaklarımı kaldırabilirsin. Dinle bak işte benim hikayem:


10 Yaşındaydım.Bir gece askerler kapımızı çaldı.Neye uğradığımızı anlamadan tüfeklerin dipçikleriyle vura vura hepimizi evden çıkardılar.Babamı alıp götürdüler.O günden sonra ondan hiç haber alamadık.İkiz kardeşlerim vardı üç yaşında.Annem onları kucağına aldı.Kaybolurum korkusuyla benim belime bir ip bağladı,ipin bir ucunu da kendi koluna bağladı.Ortalık mahşer yeri gibi o kadar kalabalık ve öyle karışıktı ki.Ağlayan kadınlar ,çocuklar , bağıran, küfreden , döven askerler.Tüm yetişkin erkekleri toplayıp götürdüler önce...


Annem çok zeki ve dirayetli bir kadındı.Eğer o an  birbirimize bağlanmasaydık, ben şu an yaşamıyordum.Bizi yurdumuzdan yuvamızdan işte böyle bir gecede çıkardılar.Hepimizi vagonlara doldurdular.İşte o gün hava çok soğuktu ve tipi şeklinde kar yağıyordu, göz gözü görmüyordu.Vagon o kadar sıkışıktı ki insanlar üst üste oturuyorlardı.Nefes alamayacak kadar havasızdı.Bu şekilde aç susuz günlerce yol gittik.


Bir çok kişi gözlerimin önünde öldü ve askerler ölenleri sanki bir eşyaymış gibi ayaklarından tutup sürükleyerek vagondan dışarı attılar.


Kardeşlerim havasızlığa, açlığa, susuzluğa dayanamadılar.Ağlamaktan sesleri kısıldı ve artık hiç çıkmaz oldu.Onların öldüğünü annem askerlere göstermedi, kucağında sımsıkı tuttu ikisini de. Trenin durduğu ve vagonun açıldığı bir anda, annem ok gibi vagondan dışarı fırladı.Kenardaki bir çukura kardeşlerimi yan yana bıraktı ve üzerlerini biraz karla biraz da tırnaklarıyla toprağı kazıyarak örttü. Vagon hareket etti .Annem yetişemeyecek ve ben yapayalnız kalacağım diye çok korktum.Son anda vagondaki diğer insanların yardımıyla içeri alabildiler.


Annem tunçtan bir heykel gibi kaskatıydı, parmakları kan içindeydi. " Yavrularımın tertemiz bedenine , onların pis ellerini değdirmedim." dedi ve bana sarıldı.Benim her zaman söylediğim o türkü var ya,işte onu söyleyip beni sakinleştirmeye ve korkumu gidermeye çalıştı:



"Çift gögercin semada

Neden görünmez oldu
Ya başları belada
Haberi gelmez oldu
Gögercin gögercin
Sema kuşsuz olmiyi
Hadi kanadız açın
Gönül sizsiz dolmiyi."

Yol boyunca vagonları boşalta boşalta gitti trenler.Bizi de daha sonra Türkmenistan olduğunu öğrendiğimiz bomboş bir arazide,düzün ortasında indirdiler.Çok uzakta bir köy görünüyordu.Ama oraya yürüyecek mecal kalmamıştı kimsede.Vagondan indirilenlerin bir kısmı da orada vefat etti.


Annem ben ve sekiz on kadın ve çocuk köye ulaşmayı başardık.


Köylüler bu karda kışta, perişan haldeki kadın ve çocukları görünce önce şaşırdılar, sonra bir kısmı bize çok kötü davrandı. Ama deden, yani babanın babası bize kucak açtı.Babanı ilk o gün gördüm ben onüç yaşındaydı.Herkese çok yardımcı oldu.


Velhasıl biz o köye yerleştik.Annem çok çalışkan bir kadındı.Herkese yardım etti ve oraya sağ kalıp da gelebilen herkesin bir düzen kurmasını sağladı.O köyde geçirdiğim yedi sekiz yıl hayatımın en huzurlu dönemleriydi.Babanla aramızdaki saygı, sevgi, derin bir aşka dönüştü.Ve ben onsekiz baban yirmibir yaşındayken evlendik.


Bir kaç yıl sonra köyde bir takım huzursuzluklar başladı.Baştan beri bizi orda istemeyenler , bizleri rahatsız etmeye başladılar ve bizi köyden çıkarmaya çalıştılar.Tatsız olaylar artınca oradan ayrılmak zorunda kaldık.


Baban bizi Türkiye'ye geçirmek istedi.Her şeyi ayarladı.Tam yola çıkacakken kaçacağımızı haber alan askerler ateş açtılar.Baban " Sınırdan çok uzak şehirlere gitmeyin.Ben sizi bulurum mutlaka." dedi ve bizi gönderdi. Biz uzaklaşırken onun açılan ateşle vurulup düştüğünü gördüm.Geri dönmeye onun yanına gitmeye çalıştım ama bırakmadılar beni.


İşte o gün bu gündür babanı bekliyorum.Onunla ilgili her kelime yüreğimi dağlıyor.B u güne kadar bunları hatırlamaya dayanamadığım için, sana hiç bir şey anlatamadım.


Türkiye'ye geçtükten bir süre sonra hamile olduğumu öğrendim.Ve babanın senin varlığından haberdar olmayışı beni çok yaralıyor.Seni görse kim bilir ne kadar mutlu olur, seninle ne kadar gurur duyardı.


- Canım annem, neler yaşamışsın sen böyle.Peki "Goşgy "dediğimde neden öyle çığlık atıp ağladın?


- Çünkü baban bana "Goşgy'm" "Şiirim " derdi.


Birbirlerine sarıldılar ve yine gözyaşları sel oldu.


- Annemmm! Sen benim de Goşgy'm sin...


DEVAM EDECEK...


Çarşamba, Mart 04, 2020

ÖLDÜĞÜMDE...




Sevincimde, üzüntümde, tasamda
Sana geldim, savdın beni başından
Pes etmek yok , benim gönül yasamda
Öldüğümde ağlar mısın ardımdan ?

Ne yaptıysam görünmedi gözüne
Hiç bir sözüm ulaşmadı özüne
Doğru dürüst bakmadın ya yüzüme
Öldüğümde ağlar mısın ardımdan ?

İçimdeki bunca güzel duygunun
Yavaş yavaş kaybolduğu soygunun
Hiç bilmedin sorumlusu olduğun
Öldüğümde ağlar mısın ardımdan ?

Hayallerimde yanımda olmadın
Umut olup şu gönlüme dolmadın
Herkese koştun da bana kalmadın
Öldüğümde ağlar mısın ardımdan ?

Ömür boyu hiç çekmedin nazımı
Rabbim böyle yazmış alın yazımı
Acep bunlar vicdanında sızı mı
Öldüğümde ağlar mısın ardımdan ?

Yazmaya devam etmesin kalem
Çünkü her kelimede dökülür elem
Acaba bir an, sadece bir dem
Öldüğümde ağlar mısın ardımdan ?

Çarşamba, Şubat 26, 2020

HAY'dan Gelen HU'ya Gider




''HAY'dan gelen HU'ya gider.'' Yıllarca ne anladık bu sözden? ''Kolay ve emeksiz kazanılan şeyler,kolayca da kaybedilir.'' Ne kadar da sığ bir düşünce...

İnsan bazı şeyleri en dibe düşün/ce idrak edebiliyor.

En dip...Her şeyin anlamsızlaştığı,yaşamanın ağırlaştığı, dünyanın altının üstünden daha hoş göründüğü an...

İşte o an düşünmeye başlıyor insan;''Benim bu dünyada ne işim var?Ne için yaratıldım? Nerden geldim,nereye gidiyorum?''

Kafanızda deli sorularla,herkesten uzak Allah'a yakın olmak istiyorsunuz,O'nun size şah damarınızdan daha yakın olduğunu bilmeden...Sadece Allah'a sımsıkı sarılmak istiyorsunuz,O'nun (c.c.) sizi her an sarıp sarmaladığını bilmeden.

İşte böyle bir dönemdeyken Kur'an'a, meale,hadise,Esma'ya sarıldım.Okudum, araştırdım, eğitim aldım, zikrettim.İnsanı ve insanın bilinçaltını,ruhunu tanımaya, anlamaya çalıştım.

Baktım ki evrendeki her şey atomlardan oluşuyor.Atomun en küçük parçası ise foton.Foton, enerji,dalga, ışık hüzmesi,nur...Yani evrendeki herşey aslında bir enerji,bir titreşim...

İnsan vücudu da bir enerji vücudu...Her şeyin bir dalga boyu bir frekansı var.Söylenen her sözcüğün bir titreşimi, frekansı, enerjisi var.Ve her şey birbirini etkiliyor, enerjisini artırıyor veya azaltıyor.Her kelimenin titreştirdiği bir duygu var.

Bunları öğrendikten sonra ağzımdan çıkan sözlere daha çok dikkat etmeye başladım.Sevdiklerime daha çok ''Seni seviyorum.''demeye başladım.Beni de , evreni de , fotonu da Yaradan'ın kitabını daha çok okumaya ve anlamaya başladım.

Bu dönemde bir ayet beni çok etkiledi:

Secde suresi 9. ayet :''Sonra onu düzenli bir şekle sokup;içine KENDİ RUHUNDAN ÜFLEMİŞ, sizi kulak ,göz ve gönüllerle donatmıştır.Ne kadar da az şükrediyorsunuz.''

Bunu okuyunca birden ''El_Kayyum'' ism-i şerifi aklıma düştü.Anlamını kaba taslak biliyordum ama tekrar araştırdım:

EL KAYYUM : Zeval bulmayıp devamlı kaim olan
                           Her şeyi ayakta tutan, varlıklarını devam ettiren (C.C.)

O anda yaşadığım aydınlanmayı ve hayreti kelimelere dökebilir miyim bilmiyorum ama deneyeceğim:

Kayyum olan Allah (c.c.) Adem (a.s.)'a ruhundan üflüyor ve Adem (a.s.) hayat buluyor.

Adem (a.s.) dan tüm insanlar meydana geliyor.

İnsan doğduğu anda nefes alarak yaşamaya başlıyor.

Ve her birimiz dakikada 15- 20 kez nefes alıp veriyoruz.

Yani Kayyum olan Allah (c.c.)her nefes alışımızda bize ruhundan üflüyor.

Ve böylece hayatımız boyunca bize her an şah damarımızdan daha yakın ve her an bizimle...

Bu düşüncenin bana verdiği huzuru, hayreti ve utancı size anlatmam mümkün değil.''Huzuru ve hayreti anladık da neden utanç?'' derseniz; hatalarım, günahlarım ve hatta içimden geçirdiğim düşüncelerim yüzünden...Ve bunların hepsinden Rabbimin haberdâr olduğunu tam idrâk edişimden.

Bir nokta daha var hayretimi artıran :

'' Nefes alıp vermek , deniz dalgalarının kabarıp, tekrar denizle buluşmasına benzer.Dalgaların kabarması nefesin içeri alınmasını,denize geri dönmesi ise nefesin dışa verilmesini temsil eder.

Dalga nef/e/simiz gibi izafi bir varlıktır.Kendiliğinden bir varlığı yoktur.Sadece deniz ile vardır ve denizin tecellilerinden sadece biridir.''

diyordu okuduğum bir kitapta...

''İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.''Bakara suresi 156. ayetin son kısmı...Meali :''Şüphesiz biz Allah'a aidiz ve yine O'na döneceğiz.''

Evet! Hayat kaynağımız aldığımız ve verdiğimiz nefes...Ve biz her dakika 15-20 kez O'ndan (c.c.) geliyor ve O'na (c.c.) dönüyoruz.

Hakka suresi 42. ayet :''O bir kâhinin sözü de değil.Ne de az düşünüyorsunuz.''

Ne de az düşünüyoruz değil mi?

Ve her saniye HAY'dan gelip HU'ya gittiğimizi farketmeden; sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için koşturup duruyoruz.

Hayat verenim, Canım Allahım!

Sen hayretimi artır ve Corana virüsten korktuğu kadar,Senden korkmayan bu insanlığın sonunu HAYR/ET!...

AMİN...