Salı, Haziran 20, 2006

İŞTE ÖYLE BİR GÜN...

OTUZALTI YIL ÖNCE BU GÜN
YOKLUKTAN VARLIĞA ADIM ATMIŞIM
"VAR" OLDUĞUNU SANDIĞIM "YOK"LARLA
OTUZALTI YIL OYALANMIŞIM

YARIN "VAR"SA
"VAR"LIĞA MERHABA...

Çarşamba, Haziran 14, 2006

BU DA GEÇER YA HU...



Ne tatlı bir rüyadır bazen hayat...Hiç uyanmak istemezsiniz...O anlarda her şeyin rengi toz pempedir...Hiç bir şey üzemez sizi...Kötü görmezsiniz hiç bir şeyi...Yağmur bir başka güzeldir, kar bir başka...Geceyi ayrı seversiniz gündüzü ayrı...Zaman su gibi akıp gider , yakalayamazsınız...Zaten umurunuzda da değildir zaman...Sadece hafızanıza nakşolur yaşananlar an be an...

Ama " Lezzetin zevâli elem, elemin zevâli lezzet verir." düstûrunca, rüya biter ve yerini tarifsiz acılara bırakır...

Evet tarifsizdir bu acılar...Çekmeyen bilemez, çeken anlatamaz, kelimeler yetmez, ifade edemez o acıyı...Vücudunuzun her zerresi hasretle sızlar ve gözlerinizden damla damla dökülürsünüz, azalırsınız günden güne , karanlık gecelerin ıssız bağrında...

Dolunay hüzünle aydınlatır karanlıklarınızı...Ayın şavkı vurur hasretin meyvesi gözyaşlarınıza...Ne acı bir meyvedir gözyaşları ve ne tatlıdır aslında...Yaşanmışlıkların yadigârıdır onlar...Ya da hayâl deryasının damlaları...Sanki, hasretle şak şak olmuş gönül turabınıza dökülen bengisudur onlar...Tükenirken hayat bulursunuz, biterken çoğalırsınız ağladıkça...


Ne yaman bir çelişki,ne lezzetli bir acıdır bu...Ünsiyet kazanmaktan korkarsınız...Hep ilk günkü acıyı hissetmek istersiniz içinizde...Bu hasretin acısına alışmak istemezsiniz, gerçi hiç alışamazsınız ya!..Hep aynı şiddette, hatta gitgide daha fazla yakar içinizi ...

Ve hasretin damarlarında pıhtılaşırken zaman, beyninizde binbir soru işareti cirit atmaya başlar...Cevabını bulamadığınız ya da bulmak istemediğiniz bir sürü soru!...Tüm noktalama işaretlerinden nefret edersiniz bir an! Hayatın virgüller koyacak kadar uzun olmadığını düşünür, bir nefeste herşeyi yaşamak istersiniz...Nokta koymak istemezsiniz hiç bir şeye...Parantez içindeki açıklamalardan nefret edersiniz...Ve size zoraki koydurulan noktalar, virgüller, bıçak gibi saplanır sinenize...Ceylanı öldüren sinesine saplanan ok mudur, yoksa oku atan avcı mı?

"Her gecenin bir sabahı, her kışın bir neharı vardır." mutlaka!...Ümidi katık edip yalnızlığa beklersiniz...Çıldırtan bir bekleyiştir bu...Bu bekleyiş biter mi bitmez mi bilinmez ama,dilinize tesbih olmuş bir cümle, yanmış bağrınıza serper su...

BU DA GEÇER YA HU...

Pazar, Haziran 04, 2006

AFFET...


Yalnızlık iklimi hüküm sürerken gönül bahçemde,hüzün yelleri vururken yüzüme ve açarken hasret çiçekleri,huzurun kokusu doldu içime....

Yalnızlık, hüzün, hasret ve SEN... Sen huzursun...Sen umutsun...Sen göz nurumsun... Sen aldığım her nefes,Sen damarımda dolaşan kanımsın...Sen beni yokluktan varlığa çıkaranım, canımsın...

Gözümün baktığı her yerde gördüğümsün...Vuslatına erebilmek için ömrümü ilmik ilmik ördüğümsün...Duyduğum huzursun güneşin batışında...Ve hissettiğimsin her gözümü kapatışımda...

Kalbimin en ince sızılarını bilenim, her derdime devâ verenimsin...Sen her şeyimsin...Çünkü her şey Sensin...

Sen merhamet deryâsı, Sen Ganiyy-i Mutlak'sın...Sen elimden tutanım ve her zerremle sevdiğim HAK'sın...

Yâ Rab!...Affeder misin seni hakkıyla bilemeyişimi? Affeder misin her istediğimi senden dilemeyişimi? Affeder misin aşkı, sevgiyi, merhameti kullarından bekleyişimi? Ve kazaya rıza göstermeyip, yaptığım isyânları affeder misin?

Kapının iflâh olmaz dilencisiyim, açtım ellerimi...Söylemem, söyleyemem , ama sen bilirsin en mahrem hallerimi...Kerem-i Rahmetin bir dilenciye " Ne getirdin?" diye sormaz Yâ Rabbi!..."Ne istiyorsun?" diye sorar...İstediğim tek şey var Ey Adil-i Mutlak!...

SENİ SEVEN KULLARINA ADALETİNLE DEĞİL, MERHAMETİNLE BAK!...

Cuma, Haziran 02, 2006

DELİ OLMAK İSTİYORUM...



Osmanlı akıncıları, her savaşta en önde savaşa katılan, gözünü budaktan sakınmayan ve şehadet şerbetini içmeye can atan kahraman bir güruhtur.

Osmanlı Akıncıları içerisinde en ilginci ‘deli’ adı verilendir. Düşmanı görünce âdeta deliye dönen bu grubun mensuplarını kimse durduramazdı.

Ordu ile sefere iştirak ettiklerinde, savaşın en ön safında yer alır ve düşmana ilk onlar saldırırdı. Bu gruptan olanlar bazen hiçbir silâh kullanmaz, sadece kendilerini savunmak için yanlarında bulundurdukları kalkanlarla düşmanın içerisine dalar, kendilerine yapılan kılıç hamlelerini kalkanlarıyla savuşturup, mermere vurarak sertleştirdikleri o koca elleriyle düşmanın yüzünde şimşekler çaktırırlardı.:) ( Meşhur OSMANLI TOKADI)

Topu topu bir avuç deliyle baş edemeyen düşman, geride kendi sayısına yakın Türk ordusunu görünce paniğe kapılır ve birer ikişer kaçışırdı.

Bu delilerin bir kısmı eğersiz ata biner, bir kısmı da akşama kadar ellerini mermer gibi sert cisimlere vurarak nasır bağlatırdı. Kat kat nasır bağlamış bu eller, düşman için kılıçtan daha tesirli bir silâh olurdu…

“Deli” olmak istiyorum :) Ellerimi mermerlere vurmaya başladım bile…Öyle görünüyor ki,artık her sahada delilere ihtiyaç var.Her sahada dini , devleti, milleti için deli olan insanlara gerçekten çok ihtiyaç var…

“Deli “ olmak istiyorum…Vatanımı karıştıranların, milletimi birbirine düşürmeye çalışanların,komplo üstüne komplo hazırlayan karanlık güçlerin ve bunların uşaklığını yapan darbe çığırtkanlarının,fosilleşmiş tip ve düşünceleriyle tekrar ortalara kendini atan utanmazların ensesine balyoz gibi indirmek için , siz de ellerinizi mermerlere vurmaya başlayın…

Gelin hep beraber “DELİ” olalım…Öyle görünüyor ki,bu kahraman milletin en zor anlarda nasıl şaha kalktığını unutmuş düşmanlar…Ve unuttukları bir şey daha var…Yüzlerinde şimşekler çaktıracak olan bir tokat…Hatırlatırız…Hatta altına da not düşeriz…

MADE İN OSMANLI :))))

Haydi!... Ya Allah!...