Perşembe, Kasım 26, 2020

YEİS...





 Zor zamanlar geçiyor ömrümdeki saatten

Ne akrep ne yelkovan memnun değil halinden

"Keşke"lerle maziyi hazin hazin anarken

Bir gün kutlu şafağa uyanır mı gözlerim?


Her yer gurbet, her an gece, ahirindeyim ömrün

Kalmadı dizde derman, tükendi sabrı gönlün

Neşe ,huzur kayboldu, şimdi dört bir yan hüzün

Bir gün mutlu şafağa uyanır mı gözlerim?


Ne yana baksam zulüm ,gönlümü sardı yeis

Susamam artık susmam konuşmakta yok beis

Kalksın gözden perdeler, dağılsın artık bu sis

Aydınlık şafaklara uyanır mı gözlerim?

Bunca gözyaşına dayanır mı gözlerim?




Salı, Temmuz 28, 2020

YAR/AYDIN




Yâr  aydın

Ay karanlık yâr aydın

Derde derman gönlümde

Onulmaz bir yaraydın

Salı, Haziran 23, 2020

BEN VE SEN




Sen ruhumun kanatlandığı an/dın
Ben '' Yâr'' dedikçe, sen ağyarı andın

Sen can çekişen yüreğime kan/dın
Ben saf aşktım , sen yalanlara kandın

Sen uçurum kenarında tutunduğum dal/dın
Ben düşerken , sen başka hülyalara daldın

Sen gönül ülkeme seçtiğim Han/dın
Ben evsiz üşürken , sen her geçene handın

Sen zemheride gönlümdeki yaz/dın
Ben her şeyi sana , sen ağyara yazdın

Sen yazdığım her hece her satır/dın
Ben sana kurban , sen beni parçalayan satırdın

Ben sandım ki sen tutacağım el/din
Baktım ki sen ellere yâr , bana hep eldin

Sen gördüğüm en güzel düş/tün
Ve ben uyandıkça , sen gözümden düştün




Perşembe, Haziran 18, 2020

EY ŞAİR !..



Bazı kitaplar vardır, bitmesini istemezsiniz.Hem merak edersiniz,bir nefeste hepsini okumak istersiniz, hem de '' Hemen bitmesin.'' diye azar azar okursunuz.Çok aç olsanız bile doymadan sofradan kalkmak gibi...

Bu gün hava yağmurlu...Ve bir şiir kitabı bitti bu gün...Şairin ve okuyanın içindeki yangını söndürmek istercesine, dolu dizgin yağıyor yağmur...Hüzünleniyorum...Zaten böyle havalar hep hüzünlendirir beni...Bu sefer ki havadan mı, kitaptan mı, yoksa....Bilemiyorum....

Yazmak istiyorum...Hiç durmadan yazmak...Aklıma ne gelirse, ne söylemek istiyorsam, ne hissediyorsam hepsini yazmak...Duruyorum sonra...Hakkım var mı ?

Tam bu soruya okkalı bir cevap yazacakken, bir hastam giriyor içeri.Muhiddin amca...Parkinson...Yürümesi , oturması, kalkması o kadar zor ki.Ve bu halinde ilaçlarını yazdırmak için kendisi geliyor.Rikkatime dokunuyor hali.İlaçlarını yazıyorum, kalkmasına yardım edip, koluna girip kapıya kadar uğurluyorum.

Odama dönünce kendimi tutamıyorum.Yağmurla yarışıyor gözlerim...Ağlıyorum...

Peki buna hakkım var mı? Var!..Sonuna kadar!...

Şiir , yağmur , hüzün, Muhiddin amca
Hepsi yüreğimi yaralamışken bunca
Gel de sessiz kal , gel de ağlama
Ey şair ! Kalemini koy kınına
Yoksa gireceksin bir çok VEFASIZIN kanına....

Çarşamba, Haziran 10, 2020

MONOLOG



1 Ocak...Yılını hatırlamıyorum.Resmi tatil...Ve biz tatili fırsat bilip, yine arkadaşlarla bir araya gelmişiz.Sinema günü yapıyoruz.İzleyeceğimiz film. ''Her Çocuk Özeldir.'' Ekranı duvara yansıtmışız.Büyük değil,koskocaman ekran olmuş. Çaylar demlenmiş , mısırlar patlatılmış, çerezler hazırlanmış. Dışarıda ise 1 Ocak'a yakışacak şekilde lapa lapa kar yağıyor.

Herkes mutlu , herkes huzurlu , herkes sevgi dolu...Allah için birbirini sevmek bu olsa gerek.

Şimdilerde geçmişi düşündüğümde, içimi ısıtacak bir kaç güzel hatıradan biridir bu soğuk 1 Ocak günü.

Bazı şeyleri ne kadar da çabuk eskitiyoruz. Ve ne kadar çabuk unutuyoruz.

Hiç bir zaman unutulmayan anılarına dikkatle bak.Onlar mutlaka ya içindeki bir yaraya merhem olmuş, senin bir açlığını doyurmuştur. Ya da içinde onulmaz bir yaraya neden olmuştur.

Mutlu anıları sık sık hatırla..Bu kendini daha iyi hissetmeni sağlayacaktır.Olumlu duygulara odaklanmak , hayatına olumlu şeyleri çeker.

Bediüzzaman Hazretleri der ki :'' Şükür nimeti , şekva ( şikayet) musibeti ziyadeleştirir. ( artırır.)''

Güzellikleri hatırlayıp şükrettikçe, başka güzellikler hayatına çekilir. Şikâyet ettiğin her ne varsa, şiddetini artırarak hayatında kalmaya devam eder.

Sonuç olarak ; şikâyet , insanın kendi kendisine eziyet etmesinden başka bir işe yaramaz.

Şimdi içine dön , bak! Yaralarını gör.Çünkü teşhis tedaviden önce gelir.Sen çoğu zaman hastalığı teşhis etmeden tedavi etmeye çalışıyorsun.Doğru tedaviyi yapamayınca da,hem hastalık geçmeyip derinleşiyor , hem tedavi sandığın şeylerin yan etkilerine maruz kalıyorsun.

Önce teşhis...Peki nasıl? Sessiz ve kimsenin seni rahatsız etmeyeceği bir ortamda gözlerini kapat.Nefesine odaklan.Akciğerlerinin hava ile doluşunu ve boşalışını takip et. Her seferinde daha derin nefes almaya çalış..5 dakika bu şekilde nefes alıp verdikten sonra ,kendini doğduğun anda hayal et...Ve o andan itibaren hatırlayabildiğin tün anılarını gözden geçir...İyi veya kötü , mutlu ya da üzgün farketmez...Aklına gelen her anıyı gözden geçir...Sana ne hissettirdiklerine bak...Yaralarını , hastalığını farkedeceksin...

Sonra... Sonra başını secdeye koy ve tüm kalbî yaralarının şifasını Şâfi (c.c.) olandan iste...

Çarşamba, Haziran 03, 2020

HASBİHÂL -2-




- Yazmak ''Olmazsa olmazım''dı bir zamanlar.

- Peki şimdi neden yazmıyorsun?

-Yazmıyorum değil, ya-za-mı-yo-rum.

- Tam anladığımı söyleyemem.Yani yazmak istiyorsun da yazacak vakit mi bulamıyorsun, yoksa yazma yeteneğin mi kayboldu?

-Aslında ikisi de diyebilirim.Yani vakit bulamadığım için kendimle başbaşa kalamıyorum,kendimi dinleyemiyorum,düşüncelerimi toplayamıyorum,hatta düşünemiyorum bile.Öylesine yaşayıp gidiyorum işte.


-Haklısın! Korteksten yaşıyoruz çoğu zaman.Ben de kendimi robot gibi hissediyorum bazen.Her gün aynı şeyleri yapıyorum.Günler birbirinin fotokopisi sanki.

-Sence ne yapmalıyız bunu değiştirmek için? Peygamber Efendimiz (s.a.v.) '' İki günü eşit olan zarardadır.'' diyor.Zararımı hesaplayamıyorum bile...

- ???

-Bence iki günümüzün bir olmaması bu hayat temposu içinde çok zor.

-Kitap okumak ve her gün yeni bir şeyler öğrenmek...Öğrendiklerimizi de hayata geçirmek...Bu kısır döngüyü kırabilir.

- Kitap okumaya vakit mi var ki.

- TV izlemeye vakit varsa, kitap okumaya da vardır.

- TV izlemek için bir çaba harcamaya gerek yok ki.Zaten günün sonunda hiç bir şey yapacak halim kalmayınca izliyorum.

- Bir iki dakika önce kendimi dinleyecek vakit bulamıyorum, düşüncelerimi toplayamıyorum demiştin.TV izleyeceğin zamanları kendini dinlemeye ayırabilirsin.Gözlerini dış dünyaya kapatıp , içine bakabilirsin.

- İçime bakmak istemiyorum belki de...O kadar çok yara bere var ki içimde.Ne zaman içime baksam daha bir depressif oluyorum.

- Azizim sen içine değil geçmişe bakıyorsun demek ki...

- Peki nedir içine bakmak?

-''Hikmeti anlamaya çalışmaktır.'' Yaşadıklarındaki ya da yaradılışındaki hikmeti anlamak için de ''Yaradan''ı tanımak gerekir.

-Peki nasıl?

- Okuyarak, düşünerek, idrak ederek.

-Yine lafı okumaya getirdin.

- Ne yapayım,benim de pek bir şey bildiğim yok.Bir şeyler öğrenmek için bildiğim tek yol da bu...

Pazartesi, Nisan 13, 2020

GOŞGY KAFE - 5 -



Goşgy'm, Aydilgem,

Sana olan hasretimi kelimelere sığdırmam mümkün değil.Sensiz geçen her günüm, aldığım her nefesim işkence sanki.

Biliyorum merak ediyorsun."Madem ölmemiştin, madem özlemiştin, neden yanımıza gelmedin?" diye soruları peşpeşe sıralıyorsundur şimdi.

Senin ve kızımın rahat bir hayatı olsun diye , ben ölmek zorundaydım. Şimdi sana senden gizlediğim tek sırrımı açıklıyorum. İnşaallah bu yaptıklarımı neden yaptığımı anlayabilir ve inşaallah bana hak verirsin.

Aydilgem! Ben Kafkas Kartalı Şeyh Şamil'in torunuyum. Senin tanıdığın babam , benim öz babam değildi.Ama babamdan ileridir o başka.Rus istihbaratı KGB, dedem Şeyh Şamil'in soyunu ortadan kaldırmak için her şeyi yaptı.Beni de onlardan saklayabilmek için,daha çok küçükken Turan babama emanet etmişler.

Ben de on sekiz yaşıma kadar onu öz babam bildim.On sekiz yaşında Turan babam her şeyi anlattı.

Sonra seninle evlendik.Hayatımın en mesud iki yılını yaşadım seninle gözümün nuru.Hatırlar mısın her gece sana Şeyh Şamil'in kahramanlıklarını anlatırdım.Ve derdim ki bir gün çocuğumuz olursa, bunları ona anlatacak, onu da bu ruhla yetiştireceksin tamam mı?

Mutluluğumuzun ömrü iki yılmış sevdiceğim.Bir gün KGB'nin izimi bulduğunu öğrendim.O dönemde köyde de bir takım huzursuzluklar başlamıştı biliyorsun.Ben de bu kargaşayı da bahane edip bir plan yaptım.Hem kendimi , hem sizi bir an önce kurtarmalıydım.Planı İlteriş sana anlatmıştır.

Evet beni öldü bildiler ama , emin olmak için sizi hep takip ettiler.Yanınıza gelebilmek için her şeyimi verirdim .Ama bu sizi tehlikeye atmak olurdu. Biliyordum ki öldüğüme ikna olurlarsa sizi bir daha rahatsız etmezler.İşte bu yüzden sizi önce Allah'a, sonra gönüldaşlarıma emanet edip,dedem Şeyh Şamil'in başladığı işi bitirmek için cepheye gittim.

Kızımın doğduğunu öğrendiğimde koşup gelmek istedim hemen.Uzaktan olsun göreyim sizi istedim.Bir kez daha kokunuzu içime çekeyim istedim.Ama nasip olmadı.Vatanımın ve sizin özgürlüğünüz için , ben işte böyle yaşarken öldüm ve müebbed hasrete mahkum oldum.Bu sözleri şikayet etmek için değil,size özlemimi ifade edebilmek için söylüyorum.

Sana ve kızıma yazdığım yüzlerce mektup var.İlteriş hepsini sana iletecek.

Ve gözümün nuru! Bu mektubu okuduğuna göre, ben şehadet şerbetini içtim demektir.Bana hakkını helal et.Kızım önce Allah'a sonra sana emanet !...

BİTTİ....

KAFKASLARDAN VE AHISKA'DAN  GELEN CEDDİMİN AZİZ RUHLARINA  İTHAF EDİYORUM....

Cuma, Nisan 10, 2020

GOŞGY KAFE -4-





10 Ocak 1975

Gökçe üniversiteye gitmek için uyandığında ; annesinin giyinip hazırlandığını ve salonda onu beklediğini gördü.

- Hayırlı sabahlar annem.Hayırdır? diye sordu.

Annesi:

-Haydi çabuk hazırlan,beni, dün gittiğin yere götüreceksin.

Bir ders bile kaçırmasına gönlü razı olmayan annesine latife yaptı :

-Yani okulu asalım, kafeye gidelim diyorsun.

Hızlıca hazırlandı Gökçe.Annesinin heyecanını da farketmişti.Kendisi de heyecanlıydı.Annesinden mi etkilenmişti, yoksa..."Yok canım !" dedi. "Yüzüne bile doğru dürüst bakmadığım birinden etkilenmiş olamam herhalde."

Dışarda yine fırtına , tipi.Zar zor bir taksi buldular ve sonunda kafenin önündeydiler.

....................

 "Geldiler baba!" diye seslendi Kürşad .İlteriş heyecanlıydı...Ve üzgün... " Bu haberi bunca yıl sonra nasıl vereceğim." dedi sesi titreyerek.

Gökçe ve annesi Goşgy Kafe' den içeri girdiklerinde yine her zamanki gibi Gökçe'nin gözlükleri buharlaşmış, onları silmekle meşguldü. "Anne cam kenarındaki şu masaya geçelim." dedi. Gözlüklerini takıp annesine döndüğünde, onun olduğu yerde çivilenmiş gibi kaldığını gördü.

İlteriş Aydilge'ye doğru ilerledi:

-Hoş geldin yenge.

Aydilge şaşkınlık içindeydi :

- İlteriş abi...

Aydilge sendeledi, Gökçe kolundan tutmasa oracıkta yığılıp kalacaktı.

Hep beraber bir masaya oturdular.Gökçe "Anne neler oluyor?Kim bunlar ? Sen nerden tanıyorsun?" diye soracaktı ki , annesinin "Sus!" diyen bakışlarını görünce sessiz kaldı.

-Neler oluyor İlteriş abi? dedi Aydilge.Bunca zaman neredeydiniz Alptegin nerde?

İlteriş :

-Anlatacağım yenge, sen hele biraz sakinleş, dedi.

Sonra Kürşad'a dönüp :

-Oğlum bize çay getir.İnce belli cam bardakta olsun , dedi Gökçe'ye gülümseyerek.

Gökçe Kürşad'a bakınca içi bir garip oldu.Sanki onu yıllardır tanıyormuş gibi hissetti.

-Gökçe kızım, aynı babana benziyorsun.Oda çayı cam bardakta severdi ve o da aynı senin gibi kendi kendine konuşurdu.Ben " Yine deliye bağladın " deyip gülünce bana kızar ve "Ben sesli düşünüyorum." derdi.Bir de inatçıydı ki sorma.

Ortamı biraz yumuşatmaya çalışıyordu ama baktı ki Aydilge'nin gözyaşları akmaya başladı .Artık herşeyi anlatması gerekiyordu:

-Yenge , sizi Türkiye'ye kaçırdığımız günü hatırlıyor musun?

-O günü hiç unutmadım ki İlteriş Abi , dedi Aydilge.

-O gün sizi bıraktıktan sonra ben hemen geri döndüm.Çünkü Alptegin "Gel beni burdan al." demişti.Oraya vardığımda zifiri karanlıktı. Ama onu buldum. Öldüyse diye ödüm kopuyordu.Baktım ki kuytu bir yere çekilmiş oturmuş beni bekliyor.

-Yani Alptegin yaşıyor mu ? diye bir çığlık attı Aydilge.

-Dur yenge anlatıyorum, diye devam etti İlteriş:

Koşup sarıldım hemen. "Gardaş çok şükür yaşıyorsun, çok korkuttun bizi." dedim.O zaman anlattı yaptığı planı.Bizim sizi kaçıracağımızı askerler haber almış.Alptegin de onların içinde, daha önce kendisine yardım ettiği Mikail isimli bir askerle anlaşmış.Mikail bunu hafifçe yaralayacak ve diğerlerine öldüğünü söyleyecekmiş.Bu şekilde hem kendisini hem sizi kurtarmış olacakmış.

"Peki bundan bana neden bahsetmedin.Seni bulana kadar öldüm öldüm dirildim." dedim.Kerkük'e gelene kadar da söylendim durdum.

- Yani siz de Kerkük'e geldiniz mi?

-Geldik...Ama başka bir eve gidip, gizlenmek zorunda kaldık.Orda yarasını tedavi ettirdik.Sonra...Sonrasını bu mektupda sana anlatıyor Alptegin , diyerek Aydilge'ye bir mektup uzattı.Gözleri buğulandı, elleri titredi.

Aydilge mektubu aldı.Açmaya cesaret edemiyordu.Bir yandan da içinde yazılanları deli gibi merak ediyordu.

Ve derin bir nefes alıp mektubu açtı.

(Devam edecek)

Perşembe, Nisan 02, 2020

GOŞGY KAFE -3-



İlteriş arabayı son sürat sürüyordu.Bir iki kısa mola dışında hiç ara vermeden yolculuğa devam etmişlerdi.Arabanın içinde herkes lâl...Alptegin'in vurulduğunu gördükleri andan itibaren zaman durmuştu sanki.O olmayınca hayat devam etmeyecekmiş gibi , bahar gelip çiçekler açmayacakmış gibi ,  kuşlar bir daha hiç ötmeyecekmiş gibi hissediyorlardı.

İlteriş o anı düşündükçe gaza daha çok basıyor ve bir an önce Kerkük'e gidip,yolcularını Koca Kurt'a emanet edip,geri dönmek için can atıyordu.

Sonunda yol bitti.Koca Kurt evin önünde bir aşağı bir yukarı yürüyerek onları bekliyordu.Geldiklerini görünce derin bir "Ohhh!" çekti.

Arabadan inenlerin benizleri solmuş,yürüyen cenazelere benziyordu.Bir terslik olduğunu anladı. Bir de Alptegin arabadan inmeyince Kerkük üstüne yıkılmış gibi hissetti.Misafirleri güleryüzle karşılamaya çalıştı. Onları içeriye buyur ettikten sonra, hemen İlteriş'in yanına döndü.

-İlteriş!Oğlum ne oldu? Alptegin nerde?

- Sorma reis,Alptegin vuruldu.Ben şimdi hemen geri dönüp onu bulmalıyım.

-Vuruldu ve sen onu orada bıraktın öyle mi? Olacak iş değil!..

Gözlerinde şimşekler çakıyordu Koca Kurdun. İlterişin içi ürperdi."Sadece bakışlarıyla bile düşmanı alt eder bu adam." diye düşündü.

-Sanki Alptegin'i tanımıyorsun reis.Ne kadar inatçı ve ne kadar kararlı olduğunu sen de biliyorsun.Onun sözünün üstüne söz söylemek mümkün mü sence ?

Bakışları biraz yumuşadı Koca Kurdun.

- Haklısın oğul, dedi.

İlteriş:

- Bana müsade! "Gel beni burdan al." dedi.Hemen geri dönmem lazım. Yengemler sana emanet , deyip arabayı çalıştırdı.

-Alptegin de  bize emanet, unutma!

....................................

Zifiri karanlık...Ay ışığı bile yok...Mikail, gündüz Alptegin'i nerede bıraktığını hatırlamaya çalışıyordu.Tekmeyi atarken çok üzülmüştü ama, Alptegin'in kesin emri vardı."Davranışların çok gerçekçi olmalı.Sakın duygularına yenilme. Beni vuracaksın, tekmeleyeceksin. Ve onlara öldüğümü söyleyeceksin. Tamam mı ?"

" Sonra ne olacak ? " diye sorduğunda ise "Sonrasını bilmek seni tehlikeye atar. Bilmesen de olur." demişti Alptegin.

Ama duramadı Mikail...Onu bulmalıydı, yoksa kan kaybından ölebilirdi.Aniden bir ses duydu.İnleme sesi miydi? Sesin geldiği tarafa doğru yöneldi. Hayır, inleme sesi değildi. Birisi fısıltıyla konuşuyor gibiydi.Dikkatli ve sessizce o tarafa doğru ilerledi.

Baktı ki bir adam Alptegin'i sırtına almış götürüyor.Acaba sağ mı diye düşünürken, Alptegin'in sesini duydu:

- Yeter İlteriş!.Amma da söylendin...

Derin bir nefes aldı Mikail.Ve geldiği gibi sessizce birliğine döndü...


( Devam edecek )

Pazartesi, Mart 30, 2020

GOŞGY KAFE -2-



"Sınırdan çok uzaklara gitmeyin.Ben sizi mutlaka bulurum." dedi ve yüreğinin yarısını yolladı uzaklara.

Arabayı süren arkadaşı İlteriş'i kolundan usulca çekti :

- Onları Koca Kurd'un yanına yerleştirdikten sonra,gel beni al burdan.Ölü de olsam , diri de olsam Goşgymin yanında olmak istiyorum, tamam mı? dedi.

-Tamam agabey!Merak etme sen.Allah'a emanetsin, dedi ve ordan hemen ayrıldı İlteriş.

Zira askerler iyice yaklaşmıştı.Arabayı son sürat sürmeye başladı.Epey uzaklaşmışlardı ki,arkalarından ateş edildiğini duydular.Arabanın içindekiler hep beraber geriye dönüp baktıklarında Alptegin'in vurulup düştüğünü gördüler.

Aydilge o an dipsiz bir kuyuya düştüğünü sandı.Bitmek bilmeyen bir boşluk duygusu...Can yoldaşını kaybetmiş olabileceği korkusu....

Sonrası...Sonrası günler süren karanlık....

.................

"Ahhh!"

Vurulmuştu. Yaklaşan askeri araçlardan biri öndeki aracı takip ederken,diğeri yanında durdu. İçinden bir asker çıktı ve Alptegin'in yanına geldi.Göz göze geldiler.

"Anlaştığımız gibi." dedi askere.O da "Tamam" anlamında başını salladı.Tüfeğinin dipçiğiyle bir iki dürttü,arkasından da okkalı bir tekme savurdu. Döndü ve araçta bekleyen askerlere :

- Ölmüş bu! dedi.

Sonrası...Sonrası karanlık....

(Devam edecek)